10 Ekim 2017 Salı

Yargıtay: Sarhoşken rıza yoktur

Ceza Genel Kurulu ikram ettiği votkadan sarhoş olan kadınla cinsel ilişkiye girdiği için 18 yıl hapis cezasına çarptırılan taksiciye, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nca yapılan “Beraat etsin” itirazını reddetti. Alkol ikramının cinsel ilişkiye rıza sonucunu doğurmayacağı belirtilen mahkeme kararı ve gelişmelerin detayı şöyle: 

 VOTKA ALDI İKRAM ETTİ 
Dava dosyasına göre, taksi şoförü O.İ.I., 23 Şubat 2016’da saat 19.00 sıralarında mağdure S.Ü.’yü evine bırakmak için taksisine aldı. Etimesgut civarında bir büfeden enerji içeceği ve votka alan şoför, alkollü içkiden mağdureye de ikram edip muhabbet etti. Alkolün etkisiyle kendinden geçen mağdure ile cinsel ilişkiye giren şoföre Ankara Batı Cumhuriyet Başsavcılığı’nca dava açıldı.

Sanık mahkemedeki ifadesinde, cinsel birleşmenin mağdurun rızasıyla gerçekleştiğini savunarak suçlamayı reddetti. Mağdure ise mahkemede cinsel birleşmenin rızasına dayalı olmadığını, bir süre sonra kendisine geldiğinde sanığın üzerinde yattığını fark etmesi üzerine elleri ve ayaklarıyla vurarak sanığı kendisinden uzaklaştırmaya çalıştığını, bu aşamada araçtan aşağı inerek, bir arkadaşından telefonla yardım istediğini anlattı.

MAHKEMEDEN 18 YIL HAPİS
Ankara Batı 3. Ağır Ceza Mahkemesi, mağdurenin kendi rızası ile sanığın teklif ettiği alkollü içeceği içtiği, ancak bu durumun mağdurenin sanık ile cinsel ilişkiye girme konusunda da isteği olduğu sonucunu doğurmadığı belirtildi. Kararda, mağdurenin ilişkiye girdikten sonra ancak kendine geldiği ve bağırıp çağırmaya başladığı yönündeki ifadesi dikkate alındığında, alkollü içeceğin etkisiyle aşırı derecede sarhoş olan ve kendisini savunamayacak durumda olan mağdurenin bu halinden istifade eden sanığın cinsel ilişkiye girdiğinin kabulü gerektiği belirtildi. Sanığa, nitelikli cinsel saldırı suçunu düzenleyen TCK’nın 102/2. maddesi gereği 12 yıl hapis cezası verildi. Suçu kendisini savunamayacak durumda olan mağdureye karşı işlediğinden cezası TCK’nın 103/3-a maddesi uyarınca yarı oranında artırılıp 18 yıla çıkarıldı ve cezanın ertelenmemesine hükmedildi.

MURAT ALTINDERE

SAVCILIĞIN BERAAT İTİRAZINA RET
Temyizde, Yargıtay 14. Ceza Dairesi, mağdurenin sanığa karşı koyup bağırmaya başladığı, çevreden yardım isteyip araçtan inmeye çalıştığı, sanığın kendisini araçtan indirmesiyle de arkadaşını arayarak durumu haber vermesi karşısında, ceza artırımı yönünden kararın bozulmasına karar verdi. Daire, mahkemenin “Rıza dışında cinsel saldırı” suçundan kurulan hükmünü ise yerinde buldu. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ise sanığın suçu cebir ve tehditle işlediğini gösteren her türlü şüpheden uzak ve kesin nitelikte delil bulunmadığı, ceza hukukunun temel kurallarından biri olan şüpheden sanık yararlanır ilkesi uyarınca beraat kararı verilmesi için karara itiraz etti. Başsavcılığın itirazı üzerine dosya geçen salı günü YCGK’da görüşüldü. Kurul, Başsavcılığın itirazını reddetti.

BUNDAN SONRA NE OLACAK?
Sanık taksi şoförünün rızası dışında mağdure ile cinsel ilişkiye girdiği yönündeki yerel mahkeme kararı YCGK’ca da onanarak kesinleşmiş oldu. Ancak, ceza artırımı yönünden bozulan karar uyarınca dava, Ankara Batı 3. Ağır Ceza Mahkemesi’nde yeniden görülecek. Mahkeme bozmaya uyarsa cinsel saldırı cezası 12 yıla inecek. Yerel mahkeme 18 yıl hapis cezasında direnirse, dosya yeniden YCGK’ya gelecek.

3 Ekim 2017 Salı

Son dakika MTV zammı açıklaması: Yanlış anlaşıldı

Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek MTV zammıyla ilgili açıklamada bulundu. Şimşek "Yanlış anlaşıldı, %40 MTV zammı 2018'de yeni alınacak sıfır arabalar için geçerli" dedi. 

Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek katıldığı programda MTV zammıyla ilgili açıklamada bulundu. Şimşek şöyle konuştu:

"MTV konusunda yanlış bilinen bir şey var. MTV, tamamen 2018'in başından itibaren alınacak sıfır araçlardan alınacak. Şu an aracı olanlar, normal şartlardaki artışlarla vergisini ödeyecek. Ticari taşıtları ilgilendirmiyor.

2018 yılında satın alınacak ikinci araçlarda MTV zammı söz konusu değil. Mevcut 21 milyon araç yüzde 40 vergiden etkilenmeyecek."


MURAT ALTINDERE


Şimşek, MTV zammının bugün Bakanlar Kurulu'nda konuşulacağını söyledi. 

26 Eylül 2017 Salı

Duruşmaya geç kalan avukat, meslektaşına isyan etti



Olayı “mesleğimden utanır hale geldim” diyerek sosyal medya üzerinden duyuran avukat Hibe Gökalp’in paylaşımı meslektaşlarını ikiye böldü; bazı avukatlar “Bu meslek artık yapılamaz hale geldi maalesef” - “Pek çok yerde var bunlardan” diyerek tepki gösterse de bazı avukatlarda “Hayatta kimseyi beklemem” - “5 dakikadan fazla beklemem” şeklinde yorumlarda bulundu.murat altındere

İşte o paylaşım; 

'Duruşmalarda karşı taraf vekilini (davacı ya da davalı sıfatına bakmaksızın) saati, sırası gelmiş olan tarafı olduğum dosyalarda meslektaşımı beklerim. Trafiğe takılmış olabilir, bir aksilik yaşamış olabilir. Bununla yetinmem, varsa dosyadan yoksa kendi ofisimi olmadı baroyu arayarak karşı taraf vekili meslektaşımın ofis, cep telefonu numarasını temin etmeye çalışır, kendisine ulaşınca da duruşma salonu önünde beklediğimi, merak etmemesini iletirim... Hele ki şehir dışından ya da civar ilçelerden geliyorsa bu hassasiyetim daha da fazla olur... Bugün bir önceki dosyam uzandığından 3 dakika geciktiğim, haber verdiğim halde davacı vekili olduğum dosyayı aldıran ve üstüne yetmezcesine oturup kahve, sigara içebilen meslektaşlarım sayesinde mesleğimden utanır hale geldim. İsminin önündeki etiketten önce İnsan olmak lazım.'

"Avukat-Hakim-Savcı Tüm Hukukçular Omuz Omuza!" facebook grubunda günün tartışma konusu olan paylaşıma ilişkin hukukçuların yaptığı yorumlar ise şöyle;

- Her meslektaş grubunda sürekli ismini vererek acımasızca eleştir. Kendisi utanmasa bile meslektaşların tepkilerini göstererek gereğini yapar.

- Meslek etiği, saygı, iyiniyet vs. bunlar çok önemli değil. Önemli olan karşı taraf geç kaldığında dosyayı aldırmak maalesef

- O iyiymiş yine, bana meslektaş duruşmaya gecikeceğim dedi, onun ilçesindeki bir duruşma. UYAP daha verimli değil o dönemlerde. Dedim ki siz mazeret verin ben ona göre geleyim.
Yine de dayanamadım duruşmaya gittim ama 15 dk. geç kaldım. Beni arayan ve mazeret sunacağını beyan eden meslektaşın mazeret sunmaması ve mahkemeye haber vermemesi yüzünden dosya düşmüştü.
Ha, ne oldu?
yeniledik hemen, 1 ay ekstraya mal oldu.
Yani canınızı sıkmayın sayın meslektaşım. Pek çok yerde var bunlardan.

- Benim de bir nüfus dosyasında saat 13.30 a kadar beklenilmesi talepli davacı vekilinin yarım gün mazeretini saat 17 civarında düşürmeyelim tam gün mazeretli sayalım diyerek duruşma günü verdiğim dosyada avukatın kaleme gelerek "nasıl dosyamı düşürmezsiniz "diyerek bağırıp çağırdığı gün mazeretlere olan güvenim yıkılmıştı

- Müvekkili ile; "Öğlene kadar vekalet ücretini getirdin, getirdin. Yoksa düşürürüm dosyayı" minvalli bir görüşmesi olduysa demek.

- Stajyerken yanında staj yaptığım avukatın bir başka mahkemede duruşmasının devam ettiğini söyleyip beklemesini istirham ettiğim avukat önce evet deyip sonra dosyayı aldırarak duruşmayı yaptırdıktan sonra yanında staj yaptığım avukata utanmadan ve yüzüme karşı "bekleyecektim ama hakim ısrarla beklemedi" diyecek kadar yüzsüzlük yapmıştı. Sizinki en azından bu kadar yüzsüzlük yapmamış.

- Ben önce avukatım diyen meslektaşlar gördüm, insanlıktan bi haber!!!! Bu meslek artık yapılamaz hale geldi maalesef bu tarz yaratıklar yüzünden!!!

- Hayatta kimseyi beklemem. Beklememenin de insanlıkla alakası yok. Azıcık kendine, zamanına ve müvekkilinin haklarına saygısı olan kimse de beklemez. Olağanüstü durumlarda nasıl işlem yapılacağı zaten kanunda belirtilmiş. Kaldı ki müvekkilin, vekilin dosyayı düşürme imkanı olup da düşürmediğini öğrendiği ve ispatlayabildiği zaman basar sana şikayeti. Zira avukat müvekkiline bilgi verip onun talimatları doğrultusunda hareket etmek ile görevlidir. Kendi kendine müvekkili adına dava açamaz, karşı taraf için fayda sağlayacak işlem yapamaz vs. vs. Yapan çok üstün de yapmayan insan bile değil demek çok üstün insanlara zaten yakışmaz.

- Benim de önceki duruşmalarda selamımı bile almayan bir meslektaşımın müvekkillerine trafikte sıkıştığını bekletmelerini söylediğini mübaşirden duymam üzerine 60 dk. beklediğim (yürüse 10 dk. ofisinden adliye) başka bir duruşmama yetişmek zorunda olduğumdan dosyamın artık alınmasını istediğim, duruşma görülürken kendisinin içeri girip bir hışımla bana çemkirmesi ve beklediğim için bana değil hakime teşekkür etmesi üzerine bitmiştir iyi niyetim. Tarafımı aramazsa ya da bekletme mazereti koymazsa hayatta beklemem.

- Aynen tarafıma haber vermezse veya bekletme sunmamışsa hayatta 5 dakikadan fazla beklemem.

murat altındere

18 Eylül 2017 Pazartesi

HSK Kurul Başmüfettişliği ve Müfettiş atamaları yapıldı


MURAT ALTINDERE

HÂKİMLER VE SAVCILAR KURULU GENEL KURULU'NUN 18-09-2017 TARİH VE 708 SAYILI KARARI İLE
KURUL BAŞMÜFETTİŞİ VE KURUL MÜFETTİŞİ OLARAK ATANANLARA İLİŞKİN LİSTE
S.NSicil NoAdı SoyadıGÖREV YERİ VE ÜNVANIATANDIĞI GÖREV
142942MUSTAFA DAĞCIADALET BAKANLIĞIADALET MÜFETTİŞİKURUL BAŞMÜFETTİŞİ
236465ORHAN GÜLDİKERİSTANBULCUMHURİYET SAVCISIKURUL MÜFETTİŞİ
3120862AHMET ARDIÇADALET BAKANLIĞI CEZA İŞLERİ GENEL
MÜDÜRLÜĞÜ
TETKİK HÂKİMİKURUL MÜFETTİŞİ
4137412NECİP ÖZALKANANKARACUMHURİYET SAVCISIKURUL MÜFETTİŞİ
5139111YAVUZ AYANSİVASCUMHURİYET SAVCISIKURUL MÜFETTİŞİ
6139661İHSAN SEYHANİSTANBUL ANADOLUCUMHURİYET SAVCISIKURUL MÜFETTİŞİ
7153276SELÇUK KARACAOĞLUOSMANİYEHÂKİMKURUL MÜFETTİŞİ


14 Eylül 2017 Perşembe

Avukatlar Hukuk Yazılımını Tercih Ederken Nelere Dikkat Etmeli?



Hukuk Yazılımları ile Zamanınızı Daha Verimli Kullanın!
Teknolojinin gelişmesiyle bir çok sektörde olduğu gibi hukuk sektöründe de Ofis Yönetim Yazılımları ve Dava Takip Yazılımları önemli bir yer kaplamaya başlamıştır.
Peki Avukat, kullanacağı yazılımı seçerken nelere dikkat etmelidir? Ofis Yönetimini ve İş takibini kolaylaştıracak bir yazılım hangi özellikleri barındırmalıdır.
  • Basit Kullanımlı ve Kolay Anlaşılabilir Olmalıdır.
    Şüphesiz ki avukatlar için yazılımın en önemli özelliği kolay kullanılabilir olması, zaman tasarrufu sağlaması ve az özellikle birden fazla iş çözümünü sunabilmesidir. Karmaşık ve çok fazla bilginin girilmesi zorunlu tutulan dosya ekranları, avukatların zamanını almakta ve dosya bilgileri girilirken hatalara yol açmaktadır. Avukatın kullanacağı yazılımdaki dosya ekranlarında Avukatın ihtiyaç duyduğu önemli bilgilerin girilebilir olması, hem zaman tasarrufu hem de kolay kullanım sağlamaktadır.
  • Mobil Versiyon ve Web Tabanlı Yazılım Özelliği ile Her Yerden Erişilebilir Olmalıdır.
    Avukatların zamanının çoğu adliyede geçerken, internet erişiminin olduğu her yerden kullanabilmesi telefon veya tablet ile erişim sağlayabilmesi, gelişmiş takvim özelliği ile süreli işlerini takip edebilmesi, dava takip sistemi barındıran yazılım ile dava dosyaları ile ilgili tüm bilgilere ulaşabilmesi; hukuk yazılımının avukata sağlaması gereken kolaylıkların başında gelmektedir. 
    Akıllı telefonlar ve tabletler günlük hayatımızda büyük yer kaplamakla birlikte, profesyonel hayatta da işlerinizi kolaylaştıran tüm yazılımlar mobil uygulamalara oldukça önem vermektedir. Hukuk sektörüne iş yönetimi alanında çözüm sunan mevcut yazılımlarda gördüğümüz başlıca sorunlarından biri de mobil uygulamalarının bulunmaması ve her yerden erişebilme imkanını sağlamamasıdır. 
    Bu nedenle Avukatlar, hukuk yazılımını tercih ederken yazılımın gelişmiş bir mobil uygulama sunup sunmadığını da göz önünde bulundurmalıdırlar.
  • Süreli İş, Görev ve Duruşma Takibini Kolaylaştırmalı, Avukatın Hata Payını En Aza İndirgeyen Takvim Modülü Barındırmalıdır.
    Gelişmiş Takvim Modülü, süreli iş takibinin büyük önem taşıdığı hukuk sektöründe iş yönetimi çözümü sunan hukuk yazılımının olmazsa olmazıdır. Örnek vermek gerekirse, 10 kişilik bir avukat kadrosu bulunan hukuk ofislerinde, her bir avukat ayrı ayrı ajanda ya da takvimde kendi süreli iş ya da duruşma takibini yapabilmekte iken, diğer avukatlar tarafından bu ajanda ya da takvime erişilememesi karışıklık ve hataya yol açmaktadır. Bu nedenle, iş takibi ve hata payını en aza indirgemek için gelişmiş ve hukuk dosya takibi ile bağlantılı bir takvim modülü ile bu sorunlar kolaylıkla çözülebilmektedir.
  • Avukat ve Personel Masraflarını Hukuk Ön Muhasebe Sistemi ile Takip Ederek Kayıpları Ortadan Kaldırabilmelidir.
    Hukuk bürosu yazılımının Avukatların Müvekkilleri için yapmış olduğu masrafların çokluğu ve hukuk ofisinde çalışmakta olan personellerin masraf hesaplarının yönetilmesi açısından da ihtiyaç duyulan bir ön muhasebe sistemini barındırmalıdır. Dosya takip sisteminin yanı sıra, ofis giderlerini, personel cari hesabını, müvekkil cari hesabını Hukuk Yazılımı ile takip ederek; harcamaların, masrafların gözden kaçmasını engelleyerek zararınızı ortadan kaldırabilirsiniz

13 Eylül 2017 Çarşamba

İŞE İADE DAVALARININ TESPİT DAVASI OLMASI - AKSİ ŞEKİLDE KARARIN YARGITAYCA BOZULMASI

MURAT ALTINDERE
İşe iade davasında amaçlanan işçinin iş güvencesinden faydalanmasının bir nebzede olsa sağlanabilmesidir. İşe iade davasında, işverence yapılan feshin geçersizliğine karar verilmesi halinde işçi, işe geri dönme imkânını ya da işverence işe iade kararına rağmen işe başlatılmaması nedeniyle tazminat ödemesi ile bunlarla birlikte boşta geçirdiği süreye ilişkin bir kısım ücret ödemesini elde edebilir. Ancak belirtmek gerekir ki işe iade davasının kazanılması mahkeme hükmünde geçen işe iade, ücret ve tazminat gibi tanınan hakların derhal kazanılmasını sağlamaz. İşe iade davası eda davası değil, bir tespit davası niteliğindedir. Bazı hallerde mahkemelerce de bu hususa aykırı karar verilebilmekte ve Yargıtay, bunu bozma sebebi yapmaktadır. Konunun daha iyi anlaşılabilmesi için dava türlerine ilişkin olarak kısa bir açıklama getirmek yerinde olacaktır.


 
EDA DAVASI VE TESPİT DAVASI NEDİR?
 
Davalar mahkemelerden istenen hukuki korumanın çeşidine göre üçe ayrılır; 1) eda davası, 2) tespit davası, 3) inşai davalar. Konumuz gereği tespit ve eda davalarını kısaca açıklarsak;
Eda davasında; davacı, davalının bir iş yapmaya, bir şey vermeye veya bir işi yapmamaya mahkum edilmesini ister.
 
Tespit davasında ise; bir hukuki ilişkinin var olup olmadığının tespitine ilişkin davalardır[1].
 
İşe iade davaları da Yargıtay tarafından tespit davası olarak kabul edilmektedir[2]
 
YEREL MAHKEMECE EDA NİTELİĞİNDE KARAR VERİLMESİ DURUMUNDA YARGITAY NE YÖNDE KARAR VERMEKTEDİR?
 
İşe iade davalarında, bazı hallerde yerel mahkemelerce işe iade talebinin kabulü yanında hatalı olarak boşta geçen süre ücreti ve işe başlatmama tazminatının da davalı taraftan tahsili şeklinde karar verilebilmektedir. Yargıtay bu halde kararı bozma yoluna gitmektedir.
 
Yargıtay 22. H.D.`nin konuya ilişkin olarak vermiş olduğu bir kararda; “Ancak, işe iade davası netice olarak bir tespit davası olup tespit davalarında yalnızca tespit hükmü verilir, eda hükmü verilemez. Somut olayda, mahkemece bu husus gözetilmeden bir belirleme yapıldıktan sonra ayrıca 4 aylık ücret tutarında işe başlatmama tazminatı ile boşta geçecek süre için 4 aylık ücret ve diğer hakların davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsiline de karar verilmesi hatalı olup bozma nedenidir. ” denilmiştir[3]
 
MURAT ALTINDERE
Belirtmek gerekir ki işe iade kararında hükmedilen işe iade, boşta geçen süre ücreti ve işe başlatmama tazminatına hak kazanılabilmesi için kararın ardından bir takım şekli şartların yerine getirilmesi gerekmekte olup, aksi takdirde işe iade davasının sonuçlarından yararlanmak mümkün olmaz[4]. 

6 Eylül 2017 Çarşamba

Şantaj Suçu

Şantaj suçu, tehdit suçunun özel bir görünüm biçimi olarak, Türk Ceza Kanunu hürriyete karşı suçlar başlığı altında 107 inci maddesinde düzenlenmiştir.

Madde 107 - (1) Hakkı olan veya yükümlü olduğu bir şeyi yapacağından veya yapmayacağından bahisle, bir kimseyi kanuna aykırı veya yükümlü olmadığı bir şeyi yapmaya veya yapmamaya ya da haksız çıkar sağlamaya zorlayan kişi, bir yıldan üç yıla kadar hapis ve beşbin güne kadar adlî para cezası ile cezalandırılır. 

(2) (Ek fıkra: 29/06/2005-5377 S.K./14.mad) Kendisine veya başkasına yarar sağlamak maksadıyla bir kişinin şeref veya saygınlığına zarar verecek nitelikteki hususların açıklanacağı veya isnat edileceği tehdidinde bulunulması halinde de birinci fıkraya göre cezaya hükmolunur.

          Maddeye göre şantaj suçu, seçimlik hareketler sonucunda meydana gelen bir suç tipidir. Nitekim maddenin iki fıkrasında söz konusu hareketler açıklanmıştır. Bu kapsamda, maddenin ilk fıkrasında failin hak sahibi veya yükümlü olduğu şey ile ilgili şantaj suçu, ikinci fıkrasında ise şeref ve saygınlığa zarar verecek hususların açıklanacağı veya isnat edileceği tehditi ile şantaj suçu düzenlenmiştir.

          Maddenin ilk fıkrasında ki şantaj suçu, failin bizzat hak sahibi olduğu veya yükümlü olduğu bir hususu yapacağı yahut yapmayacağı doğrultusunda mağduru tehdit etmesi halinde meydana gelen suç tipidir. Söz konusu eylem üç şekilde karşımıza çıkmaktadır.

a) Mağduru Kanuna Aykırı Bir Şey Yapmaya Zorlama Suretiyle Şantaj Suçu, failin hak sahibi veya yükümlü olduğu bir eylemi yapacağı yahut yapmayacağı doğrultusunda, mağduru ''kanuna aykırı eylem'' yapmaya zorlama gayesi ile tehdidi halinde meydana gelmektedir.

b) Mağduru Yükümlü Olmadığı Bir Şeyi Yapmaya Zorlama Şeklinde Şantaj Suçu, failin hak sahibi veya yükümlü olduğu bir eylemi yapacağı veya yapmayacağı doğrultusunda, mağduru ''yükümlü olmadığı bir eylemi'' gerçekleştirmesi gayesi ile tehdidi halinde söz konusu olmaktadır.

c) Haksız Çıkar Sağlamaya Yönelik Şantaj Suçu, failin hak sahibi veya yükümlü olduğu bir eylemi yapacağı yahut yapmayacağı doğrultusunda, mağdurdan ''haksız çıkar sağlama'' gayesi ile tehditi halinde ortaya çıkmaktadır.

          Maddenin ikinci fıkrasında ise, şeref ve saygınlığa zarar verecek hususların açıklanacağı veya isnat edileceği tehditi ile şantaj suçu hüküm altına alınmıştır. Bu kapsamda gerçekleşen tehdit karşılığında ''kendisine veya başkasına yarar sağlama'' kastı aranmaktadır.

          Suçun oluşması için, maddede gösterilen her şantaj suçu tipi için, mağdurun istenilen davranışta bulunmuş olması yahut beklenen yararın gerçekleşmesi aranmamaktadır. Mağdura yönelik zorlayıcı fiil yahut ibarelerin, mağdura ulaşmış olması suçun oluşması için yeterlidir. Buna karşın maddenin lafzından da anlaşıldığı üzere, mağdurun belirli bir davranışı yapması veya yapmaması doğrultusunda zorlama yahut yarar sağlama amacı olmaksızın gerçekleşen eylemler, hükümde aranan ''kast'' ın meydana gelmemesi sebebiyle suçun oluşmasını engelleyecektir. 

          Tehdit suçunun özel bir şekli olan şantaj suçu, şikayete tabi suç değildir. Bu doğrultuda, eylemden herhangi bir şekilde haberdar olan savcılığın kendiliğinden soruşturmaya başlaması gerekmektedir. Buna karşın, Türk Ceza Kanunu 66 ıncı madde uyarınca suçun dava zamanaşımı süresi 8 yıl olması sebebiyle, zamanaşımının dolması sebebiyle soruşturmanın başlatılamaması halinin bertarafı için, süre dolmadan işlenen suç savcılığa bildirilmelidir. 

          Uygulamada sıkça karıştırılan tehdit suçu ve şantaj suçu arasındaki fark, şantaj suçunda, tehdit suçunun aksine, yapılan tehdit karşılığında, mağdurun bir eylemi yapmasına yahut yapmamasına zorlama veya mağdurdan yarar sağlama kastının mevcudiyetidir. Bu kapsamda tehdit suçunun özel bir görünümü olan şantaj suçunun koşulları varsa, fail öncelikle şantaj suçunu düzenleyen TCK md. 107/2 gereği cezalandırılmalıdır.

          Son olarak önemle belirtmek isterim ki, Türk Ceza Kanunu madde 107 de düzenlenen şantaj suçunun meydana gelmesi halinde, maddede gösterilen yaptırım, lafzından da anlaşılacağı üzere seçimlik değildir. Bu kapsamda suçun meydana gelmesi halinde, fail hapis cezası ve adli para cezasına birlikte çarptırılacaktır.

Yargıtay Kararları

Mağdurun rızasıyla çekilmiş olsa dahi cinsel içerikli görüntülerin daha sonra mağdurun rızası dışında internette ifşa edileceği ve eşine gösterileceği tehditi, mağdurun şeref ve saygınlığına zarar verecek mahiyette olan bir hususun açıklanması tehditi oladuğundan fail TCK’nın 107/2 maddesi gereği şantaj suçu ile cezalandırılmaldır [ Yargıtay 4. Ceza Dairesi - 2015/17575 karar ]

Sanık kendisini başka bir isimle tanıtıp mağdurları aramış, mağdurlardan para istemiş, para verilmediği takdirde mağdurlara ait özel çıplak fotoğrafları yayınlayacağı tehdidinde bulunmuştur. Sanığın davranışları bir bütün olarak değerlendirildiğinde TCK 107. maddede düzenlenen şantaj suçu hükümleri değil, yağma suçuna teşebbüs hükümleri uygulanmalıdır
[ Yargıtay 6. Ceza Dairesi - 2010/7967 karar ]

“Sanığın, katılana, istediği parayı ve yiyeceği getirmediği takdirde (eşcinsel olduğunu heryerde söyleyeceğim) demek biçimindeki eyleminin TCY’nın 192. maddesine uyabileceği gözetilmelidir.” [ 4.CD. 22.12.1997, 10921/11515 ]

25 Ağustos 2017 Cuma

NAFAKA



NAFAKA

Türk Medeni Hukukunda nafaka, genel olarak bakım nafakası ve yardım nafakası olarak ikiye ayrılır.[17] Bakım nafakası ise kendi içerisinde tedbir nafakası, yoksulluk nafakası ve iştirak nafakası olmak üzere üçe ayrılır.

A. BAKIM NAFAKASI

v TEDBİR NAFAKASI
v YOKSULLUK NAFAKASI
v İŞTİRAK NAFAKASI

1. TEDBİR NAFAKASI

1.1 BOŞANMA VE AYRILIK DAVASINDA HÜKMEDİLECEK TEDBİR
NAFAKASI

Türk Medeni Kanunu 169. maddesi ile hüküm altına alınmıştır. Buna göre:

“Boşanma veya ayrılık davası açılınca hâkim, davanın devamı süresince gerekli olan, özellikle eşlerin barınmasına, geçimine, eşlerin mallarının yönetimine ve çocukların bakım ve korunmasına ilişkin geçici önlemleri re'sen alır.”

AÇIKLAMALAR

Boşanma davası sırasında hâkim eşlerin ve çocukların zarar görmelerine engel olacak geçici önlemleri alacaktır. Bunlardan; eşlerin ve çocukların geçim ve bakımları için öngörülen önleme, “tedbir nafakası” denmekte ve bu kavram boşanma davasının açılmasından kararın kesinleşmesine kadar olan yargılama sürecinde hâkim tarafından tayin ve takdir olunan belli miktar geçim parasını ifade etmektedir. [18]

“Nafaka, geçinebilmek için zorunlu bir miktar para olduğundan, talep olmasa dahi hâkim re’sen tedbir nafakasına hükmetmekle, gerekli önlemleri almakla yükümlüdür.” [19]

“Tedbir nafakasına dava tarihinden geçerli olmak üzere karar verilmesi gerekir. Ne var ki boşanma davasında açıkça nafaka istemediğini beyan eden eş lehine tedbir nafakasına hükmedilmeyecektir.” [20]

Ancak eş, kendisi için tedbir nafakası istemediğini, sadece çocukları için tedbir nafakası istediğini belirtmiş ise, çocukların lehine tedbir nafakasına karar verilebilir. Ayrıca davadan feragat halinde tedbir nafakasına feragat tarihine kadar hükmedilebilinecektir.

İlgili maddede kusurdan bahsedilmemiştir. Nitekim Yargıtay’ın yerleşik içtihatlarında da belirtildiği üzere boşanma davası devam ederken verilecek tedbir nafakasında kusur önem taşımayacaktır.

Tedbir nafakası miktarı belirlenirken, barınma, yiyecek, giyecek, eğitim, öğretim, tedavi, cep harçlığı ve sigorta primleri gibi giderler dikkate alınacak ve eşlerin ekonomik ve sosyal durumları ile hakkaniyet esasları göz önünde bulundurulacaktır. Nafakaya Türk Lirası üzerinden karar verilecektir. Ancak tarafların açıkça anlaşmaları halinde yabancı para üzerinden de karar verilebilecektir. Nafakaya ilişkin ilamlar hukuki bakımdan mutlak anlamda kesin hüküm teşkil etmediğinden tarafların ekonomik ve sosyal durumlarındaki değişime göre nafaka miktarı arttırılabilecek veya azaltılabilecektir. Yine bu artırım veya azaltma kararı dava tarihi itibariyle hüküm ifade edecektir.

Son olarak, çocuk için hükmedilen tedbir nafakası, çocuk ergin oluncaya kadar devam eder. Çocuğun ergin olduğu tarihte tedbir nafakası kendiliğinden ortadan kalkar.

“Ergin olan çocuk lehine ise tedbir nafakasına karar verilmez.”[21]

2. YOKSULLUK NAFAKASI

Türk Medeni Kanunu 169. maddesi ile hüküm altına alınmıştır. Buna göre:
“Boşanma yüzünden yoksulluğa düşecek taraf, kusuru daha ağır olmamak koşuluyla geçimi için diğer taraftan mali gücü oranında süresiz olarak nafaka isteyebilir. Nafaka yükümlüsünün kusuru aranmaz.”

AÇIKLAMALAR

Yoksulluk nafakası için 3 koşulun bulunması gerekir. Birincisi talep olması, ikincisi talep eden eşin boşanmaya sebep olan olayda diğer eşten daha ağır kusuru olmaması, üçüncüsü nafaka isteyenin boşanma yüzünden yoksulluğa düşmüş veya düşecek olması gerekir.
Boşanma yüzünden yoksulluğa düşecek olan eş, kusuru daha ağır olmamak koşuluyla diğer taraftan mali gücü oranında herhangi bir süre ile sınırlı olmaksızın yoksulluk nafakası isteyebilecektir. Bu durumda nafaka yükümlüsünün kusurlu olmaması nafaka verilmesi açısından önem taşımaz. Önemli olan nokta, kusuru daha ağır olan eş lehine nafakaya hükmedilemeyeceğidir. Tarafların kusurlarını birbirine üstün tutmanın mümkün olmadığı durumlarda ise yoksulluk nafakasına karar verilmesi gerekir. Boşanma davası sırasında karar verilinceye kadar davanın her safhasında yazılı veya sözlü olarak yoksulluk nafakası talebinde bulunulabilinecektir. Dava sırasında istenilen yoksulluk nafakası, boşanmanın feri niteliğinde olduğundan ayrıca harca tabi değildir. Bunun yanında boşanma kararının kesinleşmesinden itibaren 1 yıl içinde de yoksulluk nafakası dava edilebilir.
Yargıtay’ın yerleşik içtihatlarına göre:
“Asgari ücretin altında geliri olan kimse yoksul sayılacaktır.” [22]
“Kendisi yoksul olan eş, yoksulluk nafakası ödemekle yükümlü olmayacaktır.” [23]
Kanun 176. maddede “Tazminat ve Nafakanın Ödenme Biçimi” hususunu düzenlemiştir. Buna göre:

“Maddi tazminat ve yoksulluk nafakasının toptan veya durumun gereklerine göre irat biçiminde ödenmesine karar verilebilir.

Manevi tazminatın irat biçiminde ödenmesine karar verilemez.

İrat biçiminde ödenmesine karar verilen maddi tazminat veya nafaka, alacaklı tarafın yeniden evlenmesi ya da taraflardan birinin ölümü halinde kendiliğinden kalkar; alacaklı tarafın evlenme olmaksızın fiilen evliymiş gibi yaşaması, yoksulluğunun ortadan kalkması ya da haysiyetsiz hayat sürmesi halinde mahkeme kararıyla kaldırılır.

Tarafların mali durumlarının değişmesi veya hakkaniyetin gerektirdiği hallerde iradın artırılması veya azaltılmasına karar verilebilir.

Hâkim, istem halinde, irat biçiminde ödenmesine karar verilen maddi tazminat veya nafakanın gelecek yıllarda tarafların sosyal ve ekonomik durumlarına göre ne miktarda ödeneceğini karara bağlayabilir.”

İlgili Kanun hükmünde de belirtildiği üzere yoksulluk nafakasının toptan veya durumun gereklerine göre irat biçiminde ödenmesi kararı hâkimin takdirindedir. Taraflar da yapacakları bir sözleşme ile yoksulluk nafakasının toptan veya bir irat biçiminde ödenmesi yollarından birini seçebilirler. Taraflar arasında yapılan bu sözleşmenin geçerlilik kazanıp, hukuki sonuçlar doğurabilmesi için hâkim tarafından tasdik edilmesi gerekmektedir. [24] Ayrıca taraflar arasında açıkça anlaşma sağlanamadıkça nafakanın yabancı para üzerinden ödenmesine karar verilemeyecektir.

Hâkimin, yoksulluk nafakasının toptan ödenmesine karar vermesi halinde, nafakanın ödenmesi ile nafaka alacağı sona erecektir. Toptan olarak nafakaya karar verilmiş ve karara bağlanan miktar alacaklıya ödenmemişse, alacaklının ölümü halinde bu konuda istemde bulunma hakkı mirasçılara geçecektir. [25]

Yoksulluk nafakasının irat biçiminde ödenmesine karar verilmişse, nafaka alacağı kişiye sıkı sıkıya bağlı bir hak olduğundan mirasçılara geçmez. Nafaka alacaklısının ölümü ile anında kendiliğinden sona erer. Mirasçılar bu tarihe kadar tahsil edilmeyen irat varsa yalnız onu isteyebilir, yoksa ölüm tarihinden sonrası için herhangi bir istemde bulunamazlar. [26]

İrat biçiminde ödenmesine karar verilen yoksulluk nafakası, alacaklı tarafın yeniden evlenmesi ya da taraflardan birinin ölümü halinde kendiliğinden kalkar. Alacaklı tarafın evlenme olmaksızın fiilen evliymiş gibi yaşaması, yoksulluğunun ortadan kalkması, nafaka yükümlüsünün ödeme gücünün ortadan kalkması ya da haysiyetsiz hayat sürmesi halinde ise ancak mahkeme kararı ile kaldırılır. Bununla birlikte lehine yoksulluk nafakası hükmedilen kişi, yoksulluk nafakası almakta iken kendisini yoksulluktan kurtaracak düzeyde gelir getiren bir işe girdikten sonra o işten kendi isteği ile çıkması veya kendi isteği dışında çıkarılması durumunda da artık yoksulluk nafakası isteyemeyecektir.

3. İŞTİRAK NAFAKASI

Türk Medeni Kanunu 182 maddesi 2. ve 3. fıkraları ile hüküm altına alınmıştır. Buna göre:
“Velayetin kullanılması kendisine verilmeyen eşin çocuk ile kişisel ilişkisinin düzenlenmesinde, çocuğun özellikle sağlık, eğitim ve ahlak bakımından yararları esas tutulur. Bu eş, çocuğun bakım ve eğitim giderlerine gücü oranında katılmak zorundadır.
Hâkim, istem halinde irat biçiminde ödenmesine karar verilen bu giderlerin gelecek yıllarda tarafların sosyal ve ekonomik durumlarına göre ne miktarda ödeneceğini karara bağlayabilir.”

AÇIKLAMALAR

Çocuğun velayeti kendisine verilmiş olan taraf ona bakmak, onu beslemek ve barındırmakla yükümlüdür. Buna karşılık çocuğun velayeti kendisine verilmeyen taraf, mali gücüne göre ve hâkimin belirleyeceği miktarda, çocuğun bakım ve eğitim giderlerine katılmak zorundadır. Hâkim tarafından belirlenen bu nafakaya “iştirak nafakası” denir. İştirak nafakası, barınma, giyinme, eğitim, sağlık ve ulaşım gibi zaruri giderlerden oluşur.

İştirak nafakası boşanma davasının eki niteliğinde olduğundan dava sırasında her zaman istenebileceği gibi nafaka için talep gerekli olmayıp, hâkim tarafından kendiliğinden de karar verilebilecektir. Bununla birlikte Yargıtay’a göre,

HUMK. 74. Maddesi “Hâkim istekten başkasına ve fazlasına hükmedemez.” uyarınca davacının talebinde bildirdiği miktar aşılamayacaktır.[27]

İştirak nafakasının özelliği gereği nafaka irat biçiminde Türk Lirası üzerinden hükme bağlanır. Taraflar arasında anlaşma olmadıkça yabancı para üzerinden nafakaya karar verilemez.

Yargıtay’a göre, çocuğun gelirinin yeterli olması halinde ana veya baba çocuğu iştirak nafakası vermek zorunda değildir. Çocuğun kendi geliri ihtiyaçlarını karşılayacak ölçüde ise veya çocuk daha ergin olmadan bir gelire kavuşmuş veyahut da çocuk hayatını kazanmaya başlamışsa, iştirak nafakasına karar verilemez. Çalışamayacak durumda olan, malı ve geliri bulunmayan anne veya baba iştirak nafakası ile sorumlu tutulamaz. [28]


MURAT ALTINDERE
Kanun 331. maddede “Durumun Değişmesi” hususunu düzenlemiştir: Buna göre:

“Durumun değişmesi halinde hâkim, istem üzerine nafaka miktarını yeniden belirler veya nafakayı kaldırır.”

Buna göre gerek iştirak gerekse yoksulluk nafakasının artırılması veya azaltılması, ödeme gücü, hayat koşullarının değişmesi nedeniyle hâkim tarafından belirlenen nafaka miktarının belirlenmesi veya nafakanın tamamen kaldırılması mümkündür. Yargıtay’a göre:

“Nafakanın artırılması veya azaltılmasına dair tarafların istemlerinin mahkeme tarafından kabulü halinde bu yeni miktar, dava tarihinden geçerli olmak üzere hükme bağlanacaktır.” [29]

Son olarak, iştirak nafakası boşanma hükmünün kesinleşmesi ile başlar, lehine nafaka bağlanan çocuğun ergin olmasına kadar devam eder. Ayrıca diğer bir sona erme nedeni ise, çocuğun vefatıdır.

B. YARDIM NAFAKASI

AÇIKLAMALAR

Kanun koyucu, Türk Medeni Kanunu 2. Bölümünde “AİLE” yi düzenlemiş. Ve Birinci Ayırımda “NAFAKA YÜKÜMLÜLÜĞÜ” nü hüküm altına almıştır ( TMK 364, 365, 366. Maddeleri ). Bu düzenleme ile aile fertlerinin birbirlerine yardım etmelerini, sadece ahlaki bir yükümlülük olarak kalmasına müsaade etmemiş, bunu hukuki bir yükümlülük haline getirmiştir.

Kural olarak, anne ve babanın çocuğa karşı olan borcu çocuğun ergin olmasına kadar devam eder ve çocuğun ergin olması ile sona erer. Ergin olan çocuk kanundaki şartlar varsa, artık yardım nafakası talep edebilecektir.

“Yardım nafakası talebi, kanuni bir hakkın kullanımı niteliğinde olup, aleyhine dava açılan kişi tarafından manevi tazminat istemine konu edilemeyecektir.” [30]

Yardım nafakası, sadece çekirdek aile içerisinde değil üstsoy, altsoy ile kardeşler için de karşılılık esasına dayanabilir. Bununla birlikte nafaka isteminde bulunma hakkına sahip olan kimseye, resmi veya kamuya yararlı bir kurumda bakılmakta ise, bu kurum veya bu kurumun bağlı olduğu idare, nafaka yükümlüsü olan kimseden yardım nafakası isteminde bulunabilir. Yardım nafakası için 2 koşulun bulunması gerekmektedir. Birincisi, istemde bulunulması, ikincisi, yoksulluk hali ki burada kişinin yoksul olmasının yanında yardım almadığı takdirde yoksulluğa düşecek olması hali de dikkate alınacaktır. Bu halin, gerçek ve samimi olması gerekir. Örneğin kişi devam zorunluluğu olmayan bir okulda okuduğu takdirde pekâlâ çalışarak geçimini sağlayabilecektir, böylesi bir durumda yardım nafakasının hakiki olduğu söylenemez.

Mahkeme tarafından karara bağlanan yardım nafakasının başlangıcı, nafakaya ilişkin kararın verildiği tarih değil, nafaka davasının açıldığı tarihtir. Aynı şekilde, nafakanın artırılması veya azaltılması halinde de nafakanın başlangıç anı, arttırma veya azaltma istemleri doğrultusunda davanın açıldığı tarihtir.[31]

Kanunda Yardım Nafakasının eda biçimi ve zamanı hükme bağlanmamış olup, Yargıtay’ın yerleşik kararlarına göre nafaka gerekli koşulların gerçekleşmesi halinde aylık belli bir miktar paranın davalılardan alınarak davacıya verilmesi şeklinde olacak, toptan ödeme mümkün olmayacaktır. [32]

Son olarak Yardım Nafakası, alacaklının ya da borçlunun ölümü ile kendiliğinden sona erecektir. Yardım nafakası almakta olan şahsın evlenmesi halinde de yardım nafakası sona erer. Nafaka alacaklısının herhangi bir şekilde yoksulluğu sona erer veya kendisi çalışabilecek duruma gelirse yine yardım nafakası sona erecektir. Mahkeme tarafından evlatlık ilişkisinin butlan veya iptaline karar verilmesi halinde, bu kararın kesinleştiği tarihten itibaren evlatlık bağlılığının istikbale ait bütün hükümleri sona erecektir. Bu hususta ayrıca bir mahkeme hükmüne gerek olmaksızın kararın icra dairesine ibrazı yeterli olacaktır. [33]

MADDİ VE MANEVİ TAZMİNAT

Türk Medeni Kanunu 174. maddesi ile hüküm altına alınmıştır. Buna göre:
“Mevcut veya beklenen menfaatleri boşanma yüzünden zedelenen kusursuz veya daha az kusurlu taraf, kusurlu taraftan uygun bir maddi tazminat isteyebilir.
Boşanmaya sebep olan olaylar yüzünden kişilik hakkı saldırıya uğrayan taraf, kusurlu olan diğer taraftan manevi tazminat olarak uygun miktarda bir para ödenmesini isteyebilir.”

AÇIKLAMALAR

Maddi ve manevi tazminat talepleri boşanma davası içerisinde ileri sürülebileceği gibi boşanma kararının kesinleşmesinden sonra bir yıl içinde harç verilmek suretiyle de ileri sürülebileceklerdir. Bununla birlikte tazminat hakkından feragat eden eş, gerek aynı gerekse ayrı bir dava da tazminat talebinde bulunamayacaktır. Boşanmadan sonra açılacak nafaka davalarında ( MK. Md 177 ) ve mal rejimin tavsiyesi ( MK. Md. 214 ) davalarında yetkiyi özel olarak düzenleyen kanun koyucu, maddi ve manevi tazminat davaları için özel bir yetki hükmü vazetmemiştir. Bu nedenle yetki hususunda genel usul hükümlerine ( HUMK. md. 9 ) başvurmak gerekir.[34]


MURAT ALTINDERE

HAYATA KAST NEDENİ İLE BOŞANMA


2. HAYATA KAST, PEK KÖTÜ VE ONUR KIRICI DAVRANIŞ

Türk Medeni Kanunu 162. maddesi ile hüküm altına alınmıştır. Buna göre:

“Eşlerden her biri diğeri tarafından hayatına kastedilmesi veya kendisine pek kötü davranılması ya da ağır derecede onur kırıcı bir davranışta bulunulması sebebiyle boşanma davası açabilir.
Davaya hakkı olan eşin boşanma sebebini öğrenmesinden başlayarak altı ay ve her halde bu sebebin doğumunun üzerinden beş yıl geçmekle dava hakkı düşer.
Affeden tarafın dava hakkı yoktur.”
MURAT ALTINDERE
AÇIKLAMALAR

Hayata kast, eşlerden biri tarafından diğerini öldürmek amacı ile yapılmış davranışlardır. Kasta dayanmayan davranışlar dikkate alınmadığı gibi öldürme tehdidi de hayata kast sayılmamaktadır. Ayrıca eş dışındaki kişilere ( örneğin, eşin anne, baba veya kardeşlerine ) yönelen eylemler TMK. 162. madde kapsamında değil, “suç işleme” veya “genel geçimsizlik sebebi” kapsamında düşünülecektir. [6]
Yargıtay yerleşik içtihatlarında da belirtildiği üzere,

“Pek kötü davranış manevi şekilde sözlü veya yazılı olarak yapılabilecektir. Önemli olan eylemin doğrudan eşin namus ve şerefine yöneltilmiş olmasıdır.”[7]

Pek kötü veya onur kırıcı davranış nedeniyle boşanmaya karar verilebilmesi hususu, boşanma hukukunun ilkelerinden olan “re’sen araştırma ilkesi, yargılamanın hâkim tarafından yürütülmesi ilkesi, hâkimin aydınlatma ödevi, hâkim hukuku re’sen uygular ilkesi ve hâkimin delilleri serbestçe takdir etmesi, vicdani kanaat sistemi, boşanma yargılamasında rasyonel amaç”ilkeleriyle birlikte değerlendirilecek ve eşlerin sosyal, kültürel ve eğitim durumları ile yaşadıkları çevre, yöresel davranış biçimleri, örf ve adetler dikkate alınarak hâkim tarafından takdir edilecektir.
Yargıtay’ın yerleşik içtihatlarına göre;

““Hayata kast, pek kötü veya onur kırıcı davranış mutlak boşanma sebeplerindedir. Bu nedenledir ki ayrıca ortak hayatın bu nedenlerden dolayı diğer eş için çekilmez bir duruma gelmiş olup olmadığının hâkim tarafından araştırılmasına gerek yoktur.”[8]


MURAT ALTINDERE

EVLİLİK BİRLİĞİNİN SARSILMASI İLE BOŞANMA


1. EVLİLİK BİRLİĞİNİN SARSILMASI

Türk Medeni Kanunu 166/1. maddesi ile hüküm altına alınmıştır. Buna göre:
“Evlilik birliği, ortak hayatı sürdürmeleri kendilerinden beklenmeyecek derecede temelinden sarsılmış olursa, eşlerden her biri boşanma davası açabilir.

AÇIKLAMALAR

Evlilik birliğinin sarsılması nedeniyle açılan boşanma davasında 4/5/1988 tarih ve 3444 sayılı Kanun ile yapılan düzenleme ile birlikte davacının kusursuz olması ya da daha az kusurlu olması şartı ortadan kalkmıştır. “Eşlerden her ikisi de kusurlu olabileceği gibi, her ikisi de kusursuz olabilir. Önemli olan açılan boşanma davasında ağır kusurlu olmamaktır.”[13]

MURAT ALTINDERE

Taraflardan birinin kusurun diğerine üstün tutmanın mümkün olmadığı durumlarda ise taraflar eşit kusurlu sayılarak boşanmaya karar verilecektir. Bu nedenle açılacak davada evlilik birliğini temelinden sarsan olayların sabit olması ve bu olayların iddia eden tarafça kanıtlanması gerekir. Aksi takdirde açılan davanın reddi gerekmektedir.

“Yıkanmaktan kaçınma, kadının rızası dışında meydana gelen ırzına geçilme, eşler arasında cinsel uyum ve doyumun sağlanamaması, ev işlerini yapmama, ağız ve vücut kokusu” Yargıtay içtihatları ile hüküm altına alınan evlilik birliğinin sarsılması nedeniyle boşanma sebeplerine örnek gösterilebilir. Buna karşılık “çocuklarının olmaması, bağımsız konut sağlamama, kadının çalışmak istemesi” evlilik birliğinin sarsılması nedeniyle boşanma nedenlerinden sayılmamaktadır.

Kanun 166. maddenin 2. fıkrasında “Açılan Davaya İtiraz ve Hakkın Kötüye Kullanılması” hususunu düzenlemiştir. Buna göre:

“Yukarıdaki fıkrada belirtilen hallerde, davacının kusuru daha ağır ise, davalının açılan davaya itiraz hakkı vardır. Bununla beraber bu itiraz, hakkın kötüye kullanılması niteliğinde ise ve evlilik birliğinin devamında davalı ve çocuklar bakımından korunmaya değer bir yarar kalmamışsa boşanmaya karar verilebilir.”

Yargıtay 2. Hukuk Dairesi’nin 02.12.1991 tarihli, 1991/12450 Esas ve 1991/14351 Karar sayılı ilamı bu hususa örnek teşkil eder. Şöyle ki:

“Aynı evde oturmakla birlikte çok uzun süre birbirleri ile bağlantı kurmayan ve konuşmayan eşlerden birinin açtığı boşanma davasına diğer eşin karşı çıkması hakkın kötüyü kullanılması niteliğindedir.”[14]


MURAT ALTINDERE

BİR BOŞANMA SEBEBİ OLARAK 'HAYSİYETSİZ YAŞAM SÜRME'


3. SUÇ İŞLEME VE HAYSİYETSİZ YAŞAM SÜRME

Türk Medeni Kanunu 162. maddesi ile hüküm altına alınmıştır. Buna göre:

“Eşlerden biri küçük düşürücü bir suç işler veya haysiyetsiz bir hayat sürer ve bu sebeplerden ötürü onunla birlikte yaşaması diğer eşten beklenemezse, bu eş her zaman boşanma davası açabilir.”

AÇIKLAMALAR
MURAT ALTINDERE

Maddede “küçük düşürücü suç”un tanımı yapılmamıştır. Ancak 1982 Anayasası 76. maddesi altında düzenlenen “Milletvekili Seçilme Yeterliliği”nde bu suçlar tahdidi olarak sayılmıştır. Şöyle ki; “taksirli suçlar hariç toplam bir yıl veya daha fazla hapis ile ağır hapis cezasına hüküm giymiş olanlar; zimmet, ihtilâs, irtikâp, rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık sahtecilik, inancı kötüye kullanma, dolanlı iflas gibi yüz kızartıcı suçlarla, kaçakçılık, resmî ihale ve alım satımlarına fesat karıştırma, devlet sırlarını açığa vurma,terör eylemlerinet katılma ve bu gibi eylemleri tahrik ve teşvik suçları”. Maddedeki bu kavram hem yüz kızartıcı hem de bu nitelikte olmayan diğer cürümleri kapsamaktadır. Bu şekilde bir suç işleyen eşin ceza kovuşturmasına uğraması da şart değildir. Bu suçlardan birinin evlilik birliği devam ederken işlenmiş olması ve birlikte hayat sürmenin çekilmez olması yeterlidir.

“Nitekim evlilik öncesi işlenen ve evlendiği eşinin de haberdar olduğu bir suç dolayısıyla boşanma davası açılamaz. Ki bu husus dürüstlük kurallarına aykırılık teşkil etmektedir.”[9]

Haysiyetsiz hayat sürmede ise toplumun değer yargıları ile bağdaşmayan, toplumca hoş görülmeyen ve ayıplanan davranış içerisinde olmak ve bu davranışların devamlılık arz etmesi gerekmektedir. Her iki suç nedeni ile kanunda hak düşürücü süre öngörülmediğinden bu sebeplerden herhangi bir ile her zaman boşanma davası açılabilecektir.

MURAT ALTINDERE

KANUNA GÖRE BOŞANMA SEBEBİ OLARAK ''TERK''


TERK

Türk Medeni Kanunu 164. maddesi ile hüküm altına alınmıştır. Buna göre:
“Eşlerden biri, evlilik birliğinden doğan yükümlülüklerini yerine getirmemek maksadıyla diğerini terk ettiği veya haklı bir sebep olmadan ortak konuta dönmediği takdirde ayrılık, en az altı ay sürmüş ve bu durum devam etmekte ve istem üzerine hâkim tarafından yapılan ihtar sonuçsuz kalmış ise; terk edilen eş, boşanma davası açabilir. Diğerini ortak konutu terk etmeye zorlayan veya haklı bir sebep olmaksızın ortak konuta dönmesini engelleyen eş de terk etmiş sayılır.
Davaya hakkı olan eşin istemi üzerine hâkim, esası incelemeden yapacağı ihtarda terk eden eşe iki ay içinde ortak konuta dönmesi gerektiği ve dönmemesi halinde doğacak sonuçlar hakkında uyarıda bulunur. Bu ihtar gerektiğinde ilan yoluyla yapılır. Ancak, boşanma davası açmak için belirli sürenin dördüncü ayı bitmedikçe ihtar isteminde bulunulamaz ve ihtardan sonra iki ay geçmedikçe dava açılamaz.”
MURAT ALTINDERE

AÇIKLAMALAR

Terk edilen eş boşanma davası açmadan önce Aile Mahkemesine başvurarak ihtar talep etmelidir. İhtar talep edebilmek için terk edildiği tarihten itibaren en az 4 ayın tamamlanmış olması gerekir. Aile mahkemesi terk eden eşe ortak konuta dönmesi için iki aylık süre verir. Adresi tüm aramalara rağmen tespit edilemeyen eşe ihtarname ilanen yapılacaktır. İlanen tebliğ son ilan tarihinden itibaren 15 gün sonra yapılmış sayılır. İhtarnamenin davanın açıldığı yer mahkemesinden istenmesi taraflara ileride kolaylık sağlayacaktır. Yargıtay’ın yerleşik içtihatlarına göre:

“İhtarname gönderilerek eve davet edilen eşin bütün kusurlu davranışları bağışlanmış olduğu kabul edilir. Dolayısıyla terk nedenine dayalı boşanma davasında diğer boşanma nedenleri ileri sürülerek boşanma talebinde bulunulamaz.”[10]

Son olarak ihtarnamede davet edilen konutun adresi bildirilmeli, konut açık ve konuta girişin temini sağlanmalıdır. Ayrıca kişi davet edildiğinde, davet edildiği adrese göre yol gidiş ve her ihtimale karşılık dönüş masraflarında karşılanması gerekmektedir. Terk edilen eş baştaki 4 ay ve ihtarnamenin tebliğinden itibaren 2 ay olmak üzere, toplam 6 ay eve dönmediği takdirde terk nedeni ile boşanma davası açabilecektir.

“Terk nedeni ile açılan davada Medeni Kanunda belirtilen diğer boşanma nedenlerine dayanarak boşanmaya karar verilemez.”[11]

MURAT ALTINDERE

ZİNANIN TÜRK MEDENİ KANUNU'NDAKİ YERİ

MURAT ALTINDERE


1. ZİNA

Türk Medeni Kanunu 161. maddesi ile hüküm altına alınmıştır.Buna göre:

“Eşlerden birisi zina ederse diğer eş boşanma davası açabilir. Davaya hakkı olan eşin boşanma sebebini öğrendiği tarihten itibaren altı ay ve her halde zina eyleminin üzerinden beş yıl geçmekle dava hakkı düşer. Affeden tarafın dava hakkı yoktur.”

AÇIKLAMALAR

Zina, kişinin bilerek ve isteyerek kendi irade serbestîsi ile karşı cinsten biri ile bir defa dahi olsa cinsel ilişkide bulunmuş olmasıdır. Zina mutlak boşanma nedenidir.

Bu nedenle “zina” nedeniyle boşanma davası açan kişi, davası reddedilmiş olsa bile sonrasında evlilik birliğinin sarsılması nedeni ile boşanma davası açabilecektir. [1]

Ayrıca zina hem özel hem de genel bir boşanma nedeni olduğundan, eş dilerse aynı dava içerisinde zina nedeni ile boşanma sebebini dilerse hem zina nedeni ile hem de evlilik birliğinin sarsılması nedeni ile boşanma davası açabilecektir. [2]

Davaya hakkı olan eşin boşanma sebebini öğrendiği tarihten itibaren altı ay ve her halde zina eyleminin üzerinden beş yıl geçmekle dava hakkı düşer.
MURAT ALTINDERE

Süre, zinanın tek bir eylem halinde olması durumunda olay tarihinden itibaren, devam eden zina ilişkisinde ise en son eylemin yani cinsel ilişkinin gerçekleştiği tarihten itibaren başlar.[3]

Buradaki süreler hak düşürücü süreler olduğundan hâkim sürelere uyulup uyulmadığını kendiliğinden gözetecektir.
Zina eylemini affeden kişinin dava hakkı yoktur. August Egger’a göre af, “ zihniyetteki bir tahavvülden, mağdur eşin kendisine yapılan haksızlığı, içinde yenmesinden ibarettir.” [4] Af kişiye sıkı sıkıya bağlı bir hak olup afta temsil kurumu yoktur. Affetmenin geçerli olabilmesi için serbest bir irade ürünü olması gerekmektedir. Bu nedenle affeden eşin ayırt etme gücünü yitirmemiş olması gerekir. Bununla birlikte af, açık olabileceği gibi zımni de olabilir.
Zina davasında, ispat yükü genel kural gereğince davacıdadır.

Ancak zina için olayın suçüstü olması gerekmez, zina yapıldığına dair kuvvetli delil ve emarelerin olması halinde tarafların zina yaptığı kabul edilir. [5]

2. ANLAŞMALI BOŞANMA

Türk Medeni Kanunu 166/3. maddesi ile hüküm altına alınmıştır. Buna göre:

“Evlilik en az bir yıl sürmüş ise, eşlerin birlikte başvurması ya da bir eşin diğerinin davasını kabul etmesi halinde, evlilik birliği temelinden sarsılmış sayılır. Bu halde boşanma kararı verilebilmesi için, hâkimin tarafları bizzat dinleyerek iradelerinin serbestçe açıklandığına kanaat getirmesi ve boşanmanın mali sonuçları ile çocukların durumu hususunda taraflarca kabul edilecek düzenlemeyi uygun bulması şarttır. Hâkim, tarafların ve çocukların menfaatlerini göz önünde tutarak bu anlaşmada gerekli gördüğü değişiklikleri yapabilir. Bu değişikliklerin taraflarca da kabulü halinde boşanmaya hükmolunur. Bu halde tarafların ikrarlarının hâkimi bağlamayacağı hükmü uygulanmaz.”

Murat ALTINDERE

AÇIKLAMALAR

Anlaşmalı boşanma davasında, ilgili madde gereğince taraflar aynı dilekçe ile müracaat ederse; hem davacı hem de davalı sıfatına haizdirler. Anlaşmalı boşanma davasında, taraflar bir konuda dahi anlaşamamışlarsa hâkim anlaşmalı boşanmaya karar veremeyecektir. Davada taraflar boşanmanın mali sonuçları hakkında üzerinde anlaştıkları anlaşma metnini mahkemeye sunabilecekleri gibi, yapılan anlaşma duruşma tutanağa geçirilerek altını imzalayabileceklerdir.
“Anlaşmalı boşanma davasında yoksulluk nafakası verileceğine dair bir anlaşma mevcut değilse yani yoksulluk nafakası istenmedikçe boşanma kararının kesinleşmesi ile bu karar boşanma ve boşanmanın feri sonuçları hakkında kesin hüküm teşkil edeceğinden daha sonra yoksulluk nafakası istenemez.”[15]


Murat ALTINDERE

17 Ağustos 2017 Perşembe

Şirketlere Web Sitesi ve Marka Tescili Zorunluluğu Getirildi




İş dünyasını yakından ilgilendiren ve bir süre önce uygulamaya konulan yeni 'Türk Ticaret Kanunu' ile birlikte tüm şirketlerin web sitesi kurması ve marka tescilinde bulunması zorunlu hale getirildi. Marka ve Patent Uzmanı Murat Altındere, “Sadece web sitesi kurmak yetmiyor ayrıca içeriği yasanın aradığı şartlara uygun hale getirmek de gerekiyor” dedi.
Marka ve Patent Uzmanı Murat Altındere, iş dünyasını yakından ilgilendiren ve bir süre önce uygulamaya konulan yeni 'Türk Ticaret Kanunu' ile birlikte artık tüm şirketlerin web sitesi kurma ve marka tescilinde bulunmasının zorunlu hale getirildiğini söyledi.
Aynı zamanda da avukat olan Altındere, 'Türk Ticaret Kanunu'nun neleri zorunlu hale getirdiğiyle ilgili olarak açıklamalarda bulundu. 14 Şubat 2011 tarihi itibariyle Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren kanunla birlikte iş dünyasında oldukça önemli değişikliklere gidildiğini vurgulayan Altındere, sermaye şirketleri için elektronik işlemler ve bilgi toplumu hizmetlerine yönelik önemli ve yaptırım getiren düzenlemelere yer verildiğini anlattı. Türk Ticaret Kanunu'nun 'internet sitesi' kenar başlıklı 1524. maddenin ilk fıkrasında; “Her sermaye şirketinin, bir internet sitesi açmaya mecbur olduğu” ifadesinin yer aldığına dikkat çeken Altındere, buna göre anonim, limited ve sermayesi paylara bölünmüş komandit şirketlerin bir internet sitesi açmaları gerektiğini kaydetti.

İnternet sitesi zorunluluğunun, söz konusu kanunun yürürlük tarihinden itibaren bir yıl sonra yürürlüğe gireceğini ifade eden Altındere, “Kanunun 1524. maddesinde öngörülen internet sitesini kanunun yürürlüğe girmesinden itibaren 3 ay içinde oluşturmayan veya internet sitesi mevcut ise aynı süre içinde internet sitesinin bir bölümünü bilgi toplumu hizmetlerine özgülemeyen anonim şirket yönetim kurulu üyeleri, limited şirket müdürleri ve sermayesi paylara bölünmüş komandit şirkette yönetici olan komandite ortaklar 6 aya kadar hapis ve 100 günden 300 yüz güne kadar da adli para cezası verilecek” dedi.
Yine aynı maddeye göre internet sitesine konulması gereken içeriği usulüne uygun bir şekilde koymayanlara da 3 aya kadar hapis ve 100 güne kadar adli para cezasıyla cezalandırılacağını açıklayan Altındere, kanuna göre sadece web sitesi kurmanın yeterli olmadığını, ayrıca içeriğinin de belirtilen şartlara uygun hale getirilmesi gerektiğini söyledi. Türkiye'de alan adı verme konusunda yetkili ODTÜ bünyesindeki 'Nic.tr' verilerine de dikkat çeken Murat Altındere, 2011 yılı Ocak ayı sonu itibariyle Türkiye genelinde toplam 164 bin 238 'com.tr' uzantılı alan, bin 74 'net.tr' uzantılı alan adı bulunduğu bilgisini de verdi.
Marka ve patent tescili konusunda Türkiye'deki tek yetkili kuruluşun; Türk Patent Enstitüsü olduğunu hatırlatan Altındere, bu kurumun verilerine göre de 2010 yılı itibariyle ortalama 250 bin şirketin marka tescili ve başvurusu olduğunu dile getirdi. Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) verilerine işaret eden Altındere, buna göre ülke genelindeki oda ve borsalara çeşitli büyüklüklerde ve bütün sektörlerden bir milyon 250 binin üzerinde firma kayıtlı olduğunu vurguladı.
Altındere, “Hali hazırda ise sadece 250 bin şirketin web sitesi ve buna bağlı marka tescili söz konusu. Böylelikle bir milyon şirketin web sitesi ve marka tescili bulunmuyor ve bu kadar sayıda şirketin yeni yasaya göre web sitesi kurması ve bunun için de markasını Türk Patent Enstitüsü nezdinde tescil ettirmesi gerekiyor. Marka tescili zorunluluğu da, web sitesi kuruluşunda şirketlerden istenen ilk belgelerin başında marka tescil evrakı olmasından kaynaklanıyor. Şirket yöneticileri açısından hapis cezası yaptırımı dahi getiren bu yeni düzenlemeler konusunda işin uzmanları ile kapsamlı bir inceleme ve uyarlama sürecine girmek kaçınılmaz olmuştur” ifadesini kullandı.

pratikhaber